banner

6 Mart 2014 Perşembe

Diyalog Ayrıntıda Gizlidir: "Mr. Hublot"

     Bu yazı ipeknews.com'da yayımlanmıştır.

Çok ağır spoiler içerir. Filmi izlemeden yazıyı okumayınız:)


Laurent Witz’in yönetmenliğini yaptığı “Mr. Hublot”, 2014 yılının En İyi Kısa Animasyon Oscar’ını aldı. Mr. Hublot’un en iyi seçilmesinde hikâyesinin ve anlatımının ne kadar başat rol oynadığını izlediğinizde anlamışsınızdır. Tabii ayrıntıları yansıtmadaki başarısını da es geçmemek lazım.

Mr. Hublot, diyalogsuz ve monologsuz bir animasyon filmi (3D-Stopmotion). Duyusal olarak sadece ses efektleri ve müzik üzerine kurgulanmış. İlk bakışta diyalogsuz bir senaryonun senaristin işini kolaylaştırdığı düşünülebilir. Ama tam tersine bunu yapmak diyaloglu bir animasyon filmi yapmaktan daha zordur. Çoğu zaman senarist görselle vereceği birçok şeyi bir diyaloğa sığdırarak verebilir. Bu durum genelde senaristin seçimi değildir. Çünkü iyi bir senarist, salt bir diyaloğa sığınmaktansa iletmek istediği durumu ya da duyguyu görselleştirip hissettirmek ya da sezdirmek isteyecektir. Ancak bu bazen süre bazen de maliyet açısından mümkün olmayabiliyor.  
Konuşmanın olmadığı animasyon filmleri genelde kısa metraj türünde tercih ediliyor. Uzun metraj animasyonlarda ise bu sayı çok az. Bunların en başarılı örneklerinden biri “Wall-e” (2008), diğeri de “L'illusionniste” (2010). Diyalogsuz filmlerin kısa metraj türünde tercih edilmesinin iki ana sebebi vardır. Birincisi diyalogsuz sahnelerin süresi uzadıkça izleyicinin sıkılacağı düşüncesi. Bu düşünce de 1 saniye-60 dakika (bu süre dünya sinemalarına göre farklılık gösterebilir) arasında değişen kısa filmlerdeki diyalogsuz sahnelerin izleyiciyi sıkmayacağına işaret ediyor. İkincisi de diyalogsuz filmlerin evrensel oluşu. Film hangi ülkede yapılırsa yapılsın, yönetmeni hangi dille konuşursa konuşsun diyalogsuz olduğu için filmi herkes anlayabilecektir. Böylece daha kolay tüketilen kısa film aracılığıyla kısa sürede çok fazla izleyiciye ulaşılacaktır. Gerçi diyalogsuz filmlerde yazının bariz bir biçimde kullanıldığı dikkatlerden kaçmayacaktır. Örneğin, Mr. Hublot’ta karşı evin satılık (for sale) olduğu İngilizce olarak yazılmış. Yine de izleyici, karşı eve asılan afişi okuyamasabile, sezgisel olarak karşıki evin satılık ya da kiralık olduğunu tahmin edebilecektir. Aynı şekilde “French Roast” adlı kısa animasyon filminde polisin astığı Fransızca afişteki kişinin arandığını da önceki film deneyimlerinden yola çıkarak hemencecik algılayabilecektir.

“Mr. Hublot”, giderek mekanikleşen günümüz dünyasına ve insanına göndermeler içeriyor. Mekânın gri ve soğuk atmosferi de bu mekanikleşmenin olumsuzluğunu vurgulayacak şekilde oluşturulmuş. Filmin ana karakteri Mr. Hublot da beynindeki rakamlar ve mekanik gözlükleriyle bu mekanikleşmenin insani boyutunu gözler önüne seriyor. Filmin açılışında gördüğümüz saat, Nazım Hikmet’in fütürist özellikler taşıyan “Makinalaşmak İstiyorum” şiirini anımsattı bana: “Trak tiki tak!/ Makinalaşmak istiyorum!”. Girişteki saat ve saatin “tik tak” sesi, filmin temasına dair izleyicide bir algı oluşturuyor. Ayrıca şiirde ön planda olan “trrrrum” mekanik sesi gibi filmde de mekanik sesler ön planda. Böylece ses efektleri aracılığıyla makineleşme duygusu pekiştiriliyor. Ardından hesap makinesi ve rakamların görülmesinin de gelecekteki mekanikleşmenin zaman ve hesap açısından tanımlandığını gösteriyor. Öyle ki Mr. Hublot, saate göre hareket edip makine gibi çalışıyor.

İlk sahnede Mr. Hublot’un çerçeve içindeki fotoğraflarını görüyoruz. Bu fotoğrafların çoğu itina ile duvara asılmış. Mr. Hublot, çerçeveleri sırayla düzeltiyor. Bu onun hem takıntılı hem de evine ve anılarına düşkünlüğünün bir göstergesi. Ardından balkon kapısındaki dört kilit görülüyor. Mr. Hublot, balkona çıkarken hiç üşenmeden bu kilitleri açıyor. Bu kilitler de Mr. Hublot’un güvenli ve korunaklı bir şekilde yaşadığına işaret ediyor. Ki ilerleyen sahnelerde dış kapının da aynı şekilde birçok kilitten oluştuğu görülüyor. Bu da Mr. Hublot’un çok fazla dışarı çıkmadığının, dış dünyadan uzaklaşarak evine kapandığının bir göstergesi olarak okunabilir. İşte bu tarz ayrıntılar karaktere dair çok güzel ipuçları veriyor. Filmin bütününe bakıldığında bu ayrıntılar yerli yerine oturuyor ve hikâyeyi anlamlandırma noktasında önem taşıyor.

Karakterin yanısıra mekanikleşme her ayrıntıda kendini gösteriyor. Balkondaki mekanik çiçek saksısında, mekanik uçan arabada ve sokakta havlayan robot köpekte… İşte bu köpek, Mr. Hublot’un ilgisini çekiyor. Yemek yerken ve çalışırken köpeğin havlamasına odaklanıyor. Yağmur yağdığı bir gece korkan ve üşüyen köpeği görüyoruz. Köpeğin acizliği vurgulanırken Mr. Hublot’un onu merak ettiğini ve ona üzüldüğünü pencereden onu izlediğinde seziyoruz. Ertesi gün Mr. Hublot, çalışırken çöp arabasının sesini ve köpeğin inlemelerini duyuyor. Merakla pencereden baktığında bir kutunun çöp arabasına atıldığını görüyor. Bir önceki sahnede köpek ıslanmamak için kutunun içine sığınmıştı. Acaba köpek bu kutuda mıydı? Telaşlanan Mr. Hublot, odadan ayrılmadan önce birkaç kez lamba açıp kapama takıntısından dolayı çöp arabasını kaçırıyor, kutu da çöp ezme makinesini boyluyor. Üzgün bir şekilde arabanın arkasından bakarken birden köpek yanında bitiyor. Mr. Hublot sevinçle köpeği kucaklıyor ve evine götürüyor. Tüm bunlar, diyaloğa gerek duymadan izleyici tarafından rahatlıkla anlaşılıyor.

Köpeğin eve gelmesiyle birlikte yemek rutinleri sahne sahne gösteriliyor. Bu süreçte köpek yavaş yavaş büyüyor. Aralarındaki ilişkinin de güçlendiği vurgulanıyor. Köpek büyüdükçe evdeki sıkıntılar yavaş yavaş artmaya başlıyor. Bu da filmde çok güzel ayrıntılarla sıralı olarak işlenmiş. En sonunda köpek eve sığamayacak hâle geliyor ve evi talan ediyor. Mr Hublot, artık doluyor. Bunu da kafasındaki sayacın 9999 olması pekiştiriyor. Eline matkabı alıp köpeğe bakıyor. Köpek korkup çekiliyor. Buradan köpeğin başına bir şey geleceğini, Mr. Hublot’un ona zarar vereceğini düşünüyoruz. Ancak beklediğimiz gibi olmuyor. Sonraki sahnelerde görüyoruz ki Mr. Hublot, karşısında satışa çıkarılan büyük daireye taşınmış. Mr. Hublot’un içe kapanıklığına ve evine düşkünlüğüne rağmen köpeği için evini değiştirmeyi göze alması hiç beklenmedik bir değişim.

Film boyunca iki kez beklentimiz boşa çıkıyor. Filmin bizi iki büyük beklentiye sürüklemesinin diyalogsuz ve monologsuz olmasıyla da ilgili olduğunu düşünüyorum. Görselin ve ses efektlerinin bize verdiklerinden yola çıkarak hareket ediyoruz çünkü. Bence bu, konuşma olmayan filmlerin güçlü yönlerinden biri. Tabii bu noktada şunu söylemek de mümkün. Diyaloglar bazen öyle bilgi verici ve belirleyici oluyor ki görseldeki ayrıntıları (eğer verildiyse) kaçırabiliyoruz. Ama diyalogsuz filmlerde görsele odaklandığımız için ayrıntılara ve karakterlere daha çok dikkat ediyoruz. Bu yüzden de bu tür filmlerin bizim üzerimizde diyaloglu filmlerden daha çok etki bıraktığını düşünüyorum.

“Mr. Hublot”, diyaloğun ve monoloğun ayrıntıda gizli olduğunu, konuşma olmadan sadece görseller yoluyla izleyiciye ulaşılabileceğini gözler önüne seren nefis bir film. Aynı zamanda dünya mekanikleşse de duygularımızı kaybetmeyeceğimizi, iki canlının birlikte yaşamasının türlü yollarının bulunduğunu vurgulayan bir umut ışığı.

Nefise Abalı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder