Röportaj: Nefise Abalı
Bu röportaj Bilişim Dergisi’nin 147. sayısında yayımlandı.
- Animasyon alanında çalışmaya ne zaman
ve nasıl başladınız?
Animasyona başlama yılı olarak 2006, fakat ortaya bir şeyler çıkarma olarak 2009’da Kütahya Dumlupınar Üniversitesi'nde yaptığımız animasyon filmi diyebilirim. “Kayıp” adlı animasyon çalışması, uluslararası
çevre film festivalinde birincilik ödülü aldı ve
Altın Koza Film Festivali’nde final gösterimine kaldı. Tabii ilk sınıf olmamız ve sistemin tam oturmamasından dolayı
zorluk çektik. Ama her zorluk, yeni tecrübe
olarak geri döndü. 2010-2014 arasında prodüksiyon ve çizgi film firmalarında; Keloğlan,
Barbaros, Kuzucuk, Misket ve Rafadan Tayfa projelerinde çalıştım.
- Storyboad nedir? Storyboard sanatçısı olmak için nasıl bir
eğitim
sürecinden geçmek gerekir?
Storyboard en basit tabiri
ile bir senaryoyu, düşünceyi, her neyse izlenebilir kuralları çerçevesinde bir görsel hâline getirmektir.
Eğitim olarak kendini sürekli geliştirmeniz
gereken ve boşluğu ya da
işi bırakmayı affetmeyen bir olay. Sinemasal ve teatral bilginiz, bakış açınız olması
ve çok iyi bir gözlemci olmanız şart. Espri ve yaptığınız işten
zevk
almayı bilmelisiniz. İşi yaparken çizdiğiniz karakteri veya durumu sizin de yaşayabilmeniz şart. Bunlar olduktan sonra zaten ortaya
çıkan iş de güzel oluyor.
-
Storyboard’un nasıl hazırlandığından söz eder
misiniz?
Önce senaryo ile başlıyor tabii ki.
Senaryoyu okurken zaten insanın kafasında sahneler oluşmaya başlıyor. İlk temeller atılıyor. Bulanık
fotoğraf gibi… Burada senaristin etkisi de yüksek.
Çünkü senarist size ne kadar bilgi verirse sizin o bilgiler
ile hayalinizi netleştirmeniz o kadar daha kolay hâle
geliyor. Mesela mekân ile bilgi; nasıl bir yer? Gerçekçi bir mekân
mı, hayal ürünü mü? Etraftaki
eşyalar vs. Sonra
karakterler ile bilgi; karakterlerin yaşları, karakteristik
özellikleri, “öfkeli mi, sevecen mi, saf mı
kurnaz mı?” vs. Zaten senaristin ne anlatmak istediğini ne kadar iyi anlarsanız ortaya çıkardığınız iş de o kadar iyi oluyor.
Sonra tekrar senaryonun başına geçip parça parça okuyarak görsel
hâle getiriyorum. Burada
ufak bir parantez açıyorum.
Ben görsel hâle getirirken
yanımda senarist ya da fikir alış verişinde bulunabilecek insanlarla, sahne sahne
kafa yorarak, beyin fırtınası ile bir şeyler çıkarmayı daha çok seviyorum. Tabii
bu pek olmuyor. Bir de sahneleri
belirlerken ne kadar süreceğini hayalinizde belirlemeniz gerekiyor.
Çünkü insan aklına gelen her kareyi koymak istiyor. Ama bunun bir de süre kısıtlaması var ve bunun için en can alıcı kareyi koymanız gerekiyor. Senaryoyu görsele çevirirken zaman
ayarlamasını yapıyorum. Eğer diyaloglu
bir animasyonsa sesleri ayarlamaları da yaptıktan sonra storyboard çekime hazır hâle gelmiş oluyor.
- Türkiye’deki animasyon
eğitimini nasıl buluyorsunuz?
Devlet üniversiteleri olarak Anadolu Üniversitesi ile benim
de mezun olduğum Dumlupınar Üniversitesi Çizgi Film Ana Sanat Dalı olarak iki yerde ve birkaç özel üniversitede var. Eğitim olarak iyiye gittiğini
söyleyebilirim elbet. Ancak bazı noktalar var. Okulda daha çok sanat
üzerine eğitim alıyor, işin sanatsal kısmını düşünüyorsunuz. Ancak mezun olup sektörün
içine atıldıktan sonra tamamen farklı
bir durum görüyorsunuz. En basitinden işin ekonomik
kısmını görmek zorunda kalıyorsunuz. Tabii bu durum kişinin üzerinde belli
bir süre şaşkınlık
yaratıyor.
Bence animasyon firmaları artık üniversitelere yakınlaşmalı ve yetenekliler daha okuldayken
keşfedilmeli. Yani üniversite ile sektörün daha çok
iç içe geçmesi gerekiyor.
-
Türkiye’de animasyonun mevcut
durumundan
söz eder misiniz? Animasyon alanındaki gelişme ve eksiklikler nelerdir?
Sadece Türkiye
değil dünyada da klasik animasyon, hak ettiği
değeri görmediğini düşünüyorum. Uzun zaman aldığı,
maliyetleri arttırdığı için ister istemez
öncelik 3 boyuta kaçıyor. Türkiye’deki duruma bakarsak
daha içler acısı. Televizyonlardaki
animasyonun belli bir bölümünün yerli olması zorunluluğundan sonra ufak ufak ilerlemeye başladı. Sektör olarak da sadece İstanbul,
Ankara ve yeni yeni Eskişehir’de olması üzücü.
Elbette ufak ufak hareketler var ama dünyanın çok çok gerisinde olduğumuz da bir gerçek.
Gerçi yakın zamanda çok güzel
örneklerin geleceğini biliyorum ama gerektiği ilgiyi görmüyor.
Yurtdışında sanatsal olarak çekilen çok güzel yapıtlar
var örnek olarak “Madam Tutli-Putli” sanatsal animasyon anlamında çok eksiğimiz olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de son zamanlarda yapılmış
ya da şu an yapılmak da olan işler genelde televizyona yönelik diziler hâlinde
çıkmakta. O yüzden
maliyet ön planda Bu durumda
kalitenin belli bir çıtayı aşmasını engelliyor. Ben çok iyi animatörlerin olduğunu biliyorum ve istenirse
çok çok güzel
işlerin çıkacağını da. Ancak böyle bir işin de maliyeti oldukça
fazla olacağından yaklaşılacağını düşünmüyorum. Sinemalara giren animasyon filmlerinde
zaten artısını eksisini görüyoruz.
-
Dünyada animasyonun geldiği son durum nedir?
Bence kafayı yemiş bir şekilde ilerliyor.
Yani son durumu kontrol
edemiyorsunuz ki. Her geçen gün yeni bir teknoloji gelişiyor. O yüzden bu konu hakkında
yorum yapmak istemiyorum.
- Ankara’da çalışan bir
sanatçı olarak animasyon sektörünün Ankara’daki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açıkçası bu
konu hakkında doluyum. Ankara’daki sektör genelde TRT Çocuk
kanalına iş yapıyor. Ancak güvenip çalışacak bir iş yeri bulmak oldukça zor.
Sektördeki insanlarda zaten belli iş yerleri arasında ya mekik dokuyor ya da
dışarıdan iş yapıyorlar. Elbette bu kötü bir durum.
Aslında bakıldığında yapılması gereken iş basit ama “iş etiği” denen olaya insanların saygısının olmaması yüzünden oldukça sıkıntı yaşanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder