banner

7 Ocak 2015 Çarşamba

Storyboard Sanatçısı Arif Şen

Röportaj: Nefise Abalı
Bu röportaj Bilişim Dergisi’nin 147. sayısında yayımlandı.


-   Animasyon alanında çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

Animasyona başlama yılı olarak 2006, fakat ortaya bir şeyler çıkarma olarak 2009’da Kütahya Dumlupınar Üniversitesi'nde yaptığımız animasyon filmi diyebilirim. “Kayıp” adlı animasyon çalışması, uluslararası çevre film festivalinde birincilik ödülü aldı ve Altın Koza Film Festivali’nde final gösterimine kaldı. Tabii ilk sınıf olmamız ve sistemin tam oturmamasından dolayı zorluk çektik. Ama her zorluk, yeni tecrübe olarak geri döndü. 2010-2014 arasında prodüksiyon ve çizgi film firmalarında; Keloğlan, Barbaros, KuzucukMisket ve Rafadan Tayfa projelerinde çalıştım.

-   Storyboad nedir? Storyboard sanatçısı olmak için nasıl bir eğitim sürecinden geçmek gerekir?

Storyboard en basit tabiri ile bir senaryoyu, düşünceyi, her neyse izlenebilir kuralları çerçevesinde bir görsel hâline getirmektir. Eğitim olarak kendini sürekli geliştirmeniz gereken ve boşluğu ya da işi bırakmayı affetmeyen bir olay. Sinemasal ve teatral bilginiz, bakış açınız olması ve çok iyi bir gözlemci olmanız şart. Espri ve yaptığınız işten zevk almayı bilmelisiniz. İşi yaparken çizdiğiniz karakteri veya durumu sizin de yaşayabilmeniz şart. Bunlar olduktan sonra zaten ortaya çıkan iş de güzel oluyor.



-    Storyboard’un nasıl hazırlandığından söz eder misiniz?

     Önce senaryo ile başlıyor tabii ki. Senaryoyu okurken zaten insanın kafasında sahneler oluşmaya başlıyor. İlk temeller atılıyor. Bulanık fotoğraf gibi… Burada senaristin etkisi de yüksek. Çünkü senarist size ne kadar bilgi verirse sizin o bilgiler ile hayalinizi netleştirmeniz o kadar daha kolay hâle geliyor. Mesela mekân ile bilgi; nasıl bir yer? Gerçekçi bir mekân mı, hayal ürünü mü? Etraftaki eşyalar vs. Sonra karakterler ile bilgi; karakterlerin yaşları, karakteristik özellikleri,öfkeli mi, sevecen mi, saf
kurnaz mı?” vs. Zaten senaristin ne anlatmak istediğini ne kadar iyi anlarsanız ortaya çıkardığınız iş de o kadar iyi oluyor. Sonra tekrar senaryonun başına geçip parça parça okuyarak görsel hâle getiriyorum. Burada ufak bir parantez açıyorum.
Ben görsel hâle getirirken yanımda senarist ya da fikir alış verişinde bulunabilecek insanlarla, sahne sahne kafa yorarak, beyin fırtınası ile bir şeyler çıkarmayı daha çok seviyorum. Tabii bu pek olmuyor. Bir de sahneleri belirlerken ne kadar süreceğini hayalinizde belirlemeniz gerekiyor. Çünkü insan aklına gelen her kareyi koymak istiyor. Ama bunun bir de süre kısıtlaması var ve bunun için en can alıcı kareyi koymanız gerekiyor. Senaryoyu görsele çevirirken zaman ayarlamasını yapıyorum. Eğer diyaloglu bir animasyonsa sesleri ayarlamaları da yaptıktan sonra storyboard çekime hazır hâle gelmiş oluyor.



- Türkiye’deki animasyon eğitimini nasıl buluyorsunuz?

Devlet üniversiteleri olarak Anadolu Üniversitesi ile benim de mezun olduğum Dumlupınar Üniversitesi Çizgi Film Ana Sanat Dalı olarak iki yerde ve birkaç özel üniversitede var. Eğitim olarak iyiye gittiğini söyleyebilirim elbet. Ancak bazı noktalar var. Okulda daha çok sanat üzerine eğitim alıyor, işin sanatsal kısmını düşünüyorsunuz. Ancak mezun olup sektörün içine atıldıktan sonra tamamen farklı bir durum görüyorsunuz. En basitinden işin ekonomik kısmını görmek zorunda kalıyorsunuz. Tabii bu durum kişinin üzerinde belli bir süre şaşkınlık yaratıyor.
Bence animasyon firmaları artık üniversitelere yakınlaşmalı ve yetenekliler daha okuldayken keşfedilmeli. Yani üniversite ile sektörün daha çok içe geçmesi gerekiyor.



-    Türkiye’de animasyonun mevcut durumundan söz eder misiniz? Animasyon alanındaki gelişme ve eksiklikler nelerdir?

Sadece Türkiye değil dünyada da klasik animasyon, hak ettiği değeri görmediğini düşünüyorum. Uzun zaman aldığı, maliyetleri arttırdığı için ister istemez öncelik boyuta kaçıyor. Türkiye’deki duruma bakarsak daha içler acısı. Televizyonlardaki animasyonun belli bir bölümünün yerli olması zorunluluğundan sonra ufak ufak ilerlemeye başladı. Sektör olarak da sadece İstanbul, Ankara ve yeni yeni Eskişehir’de olması üzücü.
Elbette ufak ufak hareketler var ama dünyanın çok çok gerisinde olduğumuz da bir gerçek. Gerçi yakın zamanda çok güzel örneklerin geleceğini biliyorum ama gerektiği ilgiyi görmüyor. Yurtdışında sanatsal olarak çekilen çok güzel yapıtlar var örnek olarak “Madam Tutli-Putli” sanatsal animasyon anlamında çok eksiğimiz olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de son zamanlarda yapılmış ya da şu an yapılmak da olan işler genelde televizyona yönelik diziler hâlinde çıkmakta. O yüzden maliyet ön planda Bu durumda kalitenin belli bir çıtayı aşmasını engelliyor. Ben çok iyi animatörlerin olduğunu biliyorum ve istenirse çok çok güzel işlerin çıkacağını da. Ancak böyle bir işin de maliyeti oldukça fazla olacağından yaklaşılacağını düşünmüyorum. Sinemalara giren animasyon filmlerinde zaten artısını eksisini görüyoruz.



-    Dünyada animasyonun geldiği son durum nedir?

Bence kafayı yemiş bir şekilde ilerliyor. Yani son durumu kontrol edemiyorsunuz ki. Her geçen gün yeni bir teknoloji gelişiyor. O yüzden bu konu hakkında yorum yapmak istemiyorum.

- Ankara’da çalışan bir sanatçı olarak animasyon sektörünün Ankara’daki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açıkçası bu konu hakkında doluyum. Ankara’daki sektör genelde TRT Çocuk kanalına yapıyor. Ancak güvenip çalışacak bir iş yeri bulmak oldukça zor. Sektördeki insanlarda zaten belli yerleri arasında ya mekik dokuyor ya da dışarıdan  yapıyorlar. Elbette bu kötü bir durum. Aslında bakıldığında yapılması gereken basit ama “iş etiği” denen olaya insanların saygısının olmaması yüzünden oldukça sıkıntı yaşanıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder