Çok ağır spoiler içerir. Filmi izlemeden yazıyı okumayınız:)
Laurent
Witz’in yönetmenliğini yaptığı “Mr. Hublot”, 2014 yılının En İyi Kısa Animasyon
Oscar’ını aldı. Mr. Hublot’un en iyi seçilmesinde hikâyesinin ve anlatımının ne
kadar başat rol oynadığını izlediğinizde anlamışsınızdır. Tabii ayrıntıları
yansıtmadaki başarısını da es geçmemek lazım.


Mr. Hublot,
diyalogsuz ve monologsuz bir animasyon filmi (3D-Stopmotion). Duyusal olarak sadece
ses efektleri ve müzik üzerine kurgulanmış. İlk bakışta diyalogsuz bir
senaryonun senaristin işini kolaylaştırdığı düşünülebilir. Ama tam tersine bunu
yapmak diyaloglu bir animasyon filmi yapmaktan daha zordur. Çoğu zaman senarist
görselle vereceği birçok şeyi bir diyaloğa sığdırarak verebilir. Bu durum
genelde senaristin seçimi değildir. Çünkü iyi bir senarist, salt bir diyaloğa
sığınmaktansa iletmek istediği durumu ya da duyguyu görselleştirip hissettirmek
ya da sezdirmek isteyecektir. Ancak bu bazen süre bazen de maliyet açısından
mümkün olmayabiliyor.
Konuşmanın
olmadığı animasyon filmleri genelde kısa metraj türünde tercih ediliyor. Uzun
metraj animasyonlarda ise bu sayı çok az. Bunların en başarılı örneklerinden
biri “Wall-e” (2008), diğeri de “L'illusionniste” (2010). Diyalogsuz filmlerin kısa metraj türünde tercih
edilmesinin iki ana sebebi vardır. Birincisi diyalogsuz sahnelerin süresi
uzadıkça izleyicinin sıkılacağı düşüncesi. Bu düşünce de 1 saniye-60 dakika (bu
süre dünya sinemalarına göre farklılık gösterebilir) arasında değişen kısa
filmlerdeki diyalogsuz sahnelerin izleyiciyi sıkmayacağına işaret ediyor.
İkincisi de diyalogsuz filmlerin evrensel oluşu. Film hangi ülkede yapılırsa
yapılsın, yönetmeni hangi dille konuşursa konuşsun diyalogsuz olduğu için filmi
herkes anlayabilecektir. Böylece daha kolay tüketilen kısa film aracılığıyla kısa sürede çok fazla izleyiciye ulaşılacaktır. Gerçi diyalogsuz filmlerde yazının bariz bir biçimde
kullanıldığı dikkatlerden kaçmayacaktır. Örneğin, Mr. Hublot’ta karşı evin
satılık (for sale) olduğu İngilizce olarak yazılmış. Yine de izleyici, karşı
eve asılan afişi okuyamasabile, sezgisel olarak karşıki evin satılık ya da
kiralık olduğunu tahmin edebilecektir. Aynı şekilde “French Roast” adlı kısa
animasyon filminde polisin astığı Fransızca afişteki kişinin arandığını da önceki
film deneyimlerinden yola çıkarak hemencecik algılayabilecektir.
“Mr. Hublot”, giderek mekanikleşen günümüz dünyasına ve insanına göndermeler içeriyor. Mekânın gri ve soğuk atmosferi de bu mekanikleşmenin olumsuzluğunu vurgulayacak şekilde oluşturulmuş. Filmin ana karakteri Mr. Hublot da beynindeki rakamlar ve mekanik gözlükleriyle bu mekanikleşmenin insani boyutunu gözler önüne seriyor. Filmin açılışında gördüğümüz saat, Nazım Hikmet’in fütürist özellikler taşıyan “Makinalaşmak İstiyorum” şiirini anımsattı bana: “Trak tiki tak!/ Makinalaşmak istiyorum!”. Girişteki saat ve saatin “tik tak” sesi, filmin temasına dair izleyicide bir algı oluşturuyor. Ayrıca şiirde ön planda olan “trrrrum” mekanik sesi gibi filmde de mekanik sesler ön planda. Böylece ses efektleri aracılığıyla makineleşme duygusu pekiştiriliyor. Ardından hesap makinesi ve rakamların görülmesinin de gelecekteki mekanikleşmenin zaman ve hesap açısından tanımlandığını gösteriyor. Öyle ki Mr. Hublot, saate göre hareket edip makine gibi çalışıyor.

“Mr. Hublot”, giderek mekanikleşen günümüz dünyasına ve insanına göndermeler içeriyor. Mekânın gri ve soğuk atmosferi de bu mekanikleşmenin olumsuzluğunu vurgulayacak şekilde oluşturulmuş. Filmin ana karakteri Mr. Hublot da beynindeki rakamlar ve mekanik gözlükleriyle bu mekanikleşmenin insani boyutunu gözler önüne seriyor. Filmin açılışında gördüğümüz saat, Nazım Hikmet’in fütürist özellikler taşıyan “Makinalaşmak İstiyorum” şiirini anımsattı bana: “Trak tiki tak!/ Makinalaşmak istiyorum!”. Girişteki saat ve saatin “tik tak” sesi, filmin temasına dair izleyicide bir algı oluşturuyor. Ayrıca şiirde ön planda olan “trrrrum” mekanik sesi gibi filmde de mekanik sesler ön planda. Böylece ses efektleri aracılığıyla makineleşme duygusu pekiştiriliyor. Ardından hesap makinesi ve rakamların görülmesinin de gelecekteki mekanikleşmenin zaman ve hesap açısından tanımlandığını gösteriyor. Öyle ki Mr. Hublot, saate göre hareket edip makine gibi çalışıyor.

İlk sahnede Mr. Hublot’un çerçeve içindeki fotoğraflarını görüyoruz. Bu fotoğrafların çoğu itina ile duvara asılmış. Mr. Hublot, çerçeveleri sırayla düzeltiyor. Bu onun hem takıntılı hem de evine ve anılarına düşkünlüğünün bir göstergesi. Ardından balkon kapısındaki dört kilit görülüyor. Mr. Hublot, balkona çıkarken hiç üşenmeden bu kilitleri açıyor. Bu kilitler de Mr. Hublot’un güvenli ve korunaklı bir şekilde yaşadığına işaret ediyor. Ki ilerleyen sahnelerde dış kapının da aynı şekilde birçok kilitten oluştuğu görülüyor. Bu da Mr. Hublot’un çok fazla dışarı çıkmadığının, dış dünyadan uzaklaşarak evine kapandığının bir göstergesi olarak okunabilir. İşte bu tarz ayrıntılar karaktere dair çok güzel ipuçları veriyor. Filmin bütününe bakıldığında bu ayrıntılar yerli yerine oturuyor ve hikâyeyi anlamlandırma noktasında önem taşıyor.


Köpeğin eve gelmesiyle birlikte yemek rutinleri sahne
sahne gösteriliyor. Bu süreçte köpek yavaş yavaş büyüyor. Aralarındaki
ilişkinin de güçlendiği vurgulanıyor. Köpek büyüdükçe evdeki sıkıntılar yavaş
yavaş artmaya başlıyor. Bu da filmde çok güzel ayrıntılarla sıralı olarak işlenmiş.
En sonunda köpek eve sığamayacak hâle geliyor ve evi talan ediyor. Mr Hublot,
artık doluyor. Bunu da kafasındaki sayacın 9999 olması pekiştiriyor. Eline
matkabı alıp köpeğe bakıyor. Köpek korkup çekiliyor. Buradan köpeğin başına bir
şey geleceğini, Mr. Hublot’un ona zarar vereceğini düşünüyoruz. Ancak
beklediğimiz gibi olmuyor. Sonraki sahnelerde görüyoruz ki Mr. Hublot,
karşısında satışa çıkarılan büyük daireye taşınmış. Mr. Hublot’un içe
kapanıklığına ve evine düşkünlüğüne rağmen köpeği için evini değiştirmeyi göze
alması hiç beklenmedik bir değişim.

Film boyunca iki kez beklentimiz boşa çıkıyor. Filmin
bizi iki büyük beklentiye sürüklemesinin diyalogsuz ve monologsuz olmasıyla da
ilgili olduğunu düşünüyorum. Görselin ve ses efektlerinin bize verdiklerinden
yola çıkarak hareket ediyoruz çünkü. Bence bu, konuşma olmayan filmlerin güçlü
yönlerinden biri. Tabii bu noktada şunu söylemek de mümkün. Diyaloglar bazen
öyle bilgi verici ve belirleyici oluyor ki görseldeki ayrıntıları (eğer
verildiyse) kaçırabiliyoruz. Ama diyalogsuz filmlerde görsele odaklandığımız
için ayrıntılara ve karakterlere daha çok dikkat ediyoruz. Bu yüzden de bu tür
filmlerin bizim üzerimizde diyaloglu filmlerden daha çok etki bıraktığını
düşünüyorum.

“Mr. Hublot”, diyaloğun ve monoloğun ayrıntıda gizli
olduğunu, konuşma olmadan sadece görseller yoluyla izleyiciye ulaşılabileceğini
gözler önüne seren nefis bir film. Aynı zamanda dünya mekanikleşse de
duygularımızı kaybetmeyeceğimizi, iki canlının birlikte yaşamasının türlü
yollarının bulunduğunu vurgulayan bir umut ışığı.
Nefise Abalı
Nefise Abalı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder